Kent ve Demiryolu Menü

Kalıcı Başlantı:

BİZİM TRENE İNCEDEN BİR GÜZELLEME

(yorumlar kapalı)

bizim-trene-inceden-bir-guzelleme.jpgEskiden Eminönü’nden başlayıp Halkalı’ya dek uzanan bir trenimiz vardı. 2012 yılının Mart ayında son yolculuğunu yaptı. Her yanı eskiydi. Her zerresi yaşam dolu yeşil koltuklarında 90’lı yıllarda doğanlarımızın ilk muhabbetleri saklıydı. Bu tren ile çıktığınız yolda her istasyonda farklı yaşamlara tanıktınız. Yol boyunca bir tarafta deniz ve onun bağımlılık yapan kokusu, diğer tarafta ise çamaşırların asıldığı, boyaların döküldüğü o eski evler izlenirdi.

Biraz trenin zevkini çıkartmak isteyenler kapıyı sonuna dek açar, rüzgarın etkisiyle saçlarını bir yana savururdu. Tabi daha çılgın olanlarımız kapının kollarına tutunur, ardından kapıların kapatılmasını isterdi. Hele bir de trenin içinde bir kız sizi izliyorsa durum vahimleşebilirdi. Neyse ki trende mutlaka işin daha ileriye gitmesini engelleyen büyükler refakat ederdi. Yaşı ufak olup annesinin kucağında camdan kafasını çıkartanları da atlamamak gerekiyor tabi.

Trenler bir yana dursun istasyonlar da bir başkaydı elbette, hepsinin ayrı bir hikayesi vardı. Her istasyonda büfe bulunmaz, büfe bulunanlardan ise sosisli yenmeden geçilmezdi. Trene binmek için bazen jetona gerek duyulmazdı. Hepimizin bildiği, cebimizde paramız olmadığında kaçak binebildiğimiz alternatif güzergâhlar da olurdu. Biraz yürümek şartıyla arkadan ayrı bir giriş mutlaka bulunurdu. Diğer yöntem ise tren tam kalkmak üzereyken tabana kuvvet koşarak gişelerden atlamaktı.

Trenlerde uyuyan yoksullar, evsizler…

“Marmara’da denize girilmez!” diyenler her zaman bulunurdu. Tüm bunlara kulaklarını tıkayarak Marmara Denizi’nde yüzmekten hiç vazgeçmeyenlerimiz vardı bir de. Yazın başladığı tarihlerde İstanbul’un dört bir yanından eski trenimiz ile Florya ve Menekşe’ye ulaşılırdı. Tatile gidecek parası olmayan emekçi ailelerin çocukları işte buralarda yüzmeyi öğrendi. Ben de bu suları kulaçlayarak yüzmeyi öğrenenlerdenim. Fakat benim hikayem diğerlerinden biraz farklıydı. Her çocuk bu kadar şanslı mıydı bilmiyorum fakat bana göre şanslı olanlardandım. Şansımın en büyüğü şuydu, birincisi kahraman bir babaannem vardı benim. Ve bu kahraman babannem Florya’da kimilerimizin bildiği, kimilerimizin ise İstanbullu olmasına rağmen adını bile duymadığı Güneş Plajı’nda her sene tatilimizi geçirebileceğimiz bir yer mutlaka bulurdu. Babaanneme olan sevgimi, anılarımı, burada tüketecek değilim elbet aslında hazır da değilim galiba.

Her hikayede aşk olmazsa olmazlardandır elbet. Bizim trenlerimiz de en güzel aşkların yaşandığı yerlerden biriydi. Her gün tren ile okula giden bir çocuk olarak ben de ilk ilişkilerimi burada yaşamıştım.

Ve bir gün modernleşme dedikleri şeyle trenlerimiz hepimizden alıp götürüldü. Önce trenler gelmez oldu. Ardından yolcular. Artık şairlerin şiirlerine konu olacak trenler yerine yerin yedi kat dibinde Marmaraylarını koymak için koca buldozerleriyle istasyonlarımızı yerle bir etmek için işbirliği yaptılar. Haydarpaşa’yı yaktılar, Yenimahalle’yi yıktılar.

Her kuşak yeni gelen bir başka kuşağa Türkiye’nin geçmişinin güzelliğinden bahsetti. Birlikte komşularla yaşanan şirin ve sıcak evlerden, hiç kapanmayan kapılardan; güzel mahallelerden, küçük bakkallarımızdan, meyve ağaçlarından, bize neredeyse gökyüzünü göremeyeceğimiz gökdelenler; kısacası beton yığını kaldı.

Evet efendiler, ben genç ama eskiyen, Steve Jobs hayranlarının dediği gibi “Y” kuşağının son insanlarından biri olarak bizden sonra gelenlere yağmurlu bir günde, toprağın kokusunda eski trenlerimiz ile yolculuk etme şansı diliyorum.

 

Bu makale daha önce http://yuksekkaldirim.com/bizim-trene-hafif-bir-guzelleme.html sayfasında yayınlanmıştır.

 

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yazar: Gökay Coşkun